-
1 zunutze
bir şeyden yararlanmak [sich etwas zunutze machen] -
2 versagen
versagen*I vi2) ( Mensch) başarı gösterememek;er hat bei der Prüfung versagt sınavda başarı kazanamadıII vtjdm etw \versagen birine bir şeyi esirgemek, birine bir şeyi yapmaktan [o vermekten] kaçınmak, birini bir şeyden yoksun bırakmak [o kılmak];das ist uns leider versagt geblieben bu maalesef bize kısmet değilmiş -
3 dringen
dringen <dringt, drang, gedrungen> ['drıŋən]vi1) sein;durch etw \dringen bir şeyin içinden geçmek;in etw \dringen bir şeyin içine geçmek, bir şeye işlemek; ( Pfeil) bir şeye saplanmak;in jdn \dringen birine sinmek;bis zu etw \dringen bir şeye kadar gelmek;der Lärm drang bis zu uns gürültü bize kadar duyuldu;an die Öffentlichkeit \dringen açığa çıkmak;es dringt mir durchs Herz ( fig) yüreğime işledi2) ( verlangen)auf etw \dringen bir şeyde direnmek -
4 zurückhalten
zurück|haltenI vtetw für jdn \zurückhalten bir şeyi biri için tutmak;jdn von etw dat \zurückhalten birini bir şeyden alıkoymak, birinden bir şeyi esirgemekII vrsich \zurückhalten1) ( sich beherrschen) kendini tutmak;er hält sich mit Lob/Kritik zurück övmekten/eleştirmekten kaçınır2) ( im Hintergrund bleiben) geri durmakIII vi -
5 abgewöhnen
ab|gewöhnen*vt vazgeçirmek (-den), bıraktırmak;jdm etw \abgewöhnen birini bir şeyden vazgeçirmek, birine bir şeyi bıraktırmak;ich muss mir das Rauchen \abgewöhnen sigarayı bırakmam lazım -
6 Kenntnis
Kenntnis ['kɛntnıs] fkein pl ( das Bekanntsein) bilgi, bilme, haberdar olma;jdn von etw dat in \Kenntnis setzen birine bir şey hakkında bilgi vermek, birini bir şeyden haberdar etmek;etw/jdn zur \Kenntnis nehmen bir şey/kimse hakkında bilgi edinmek -
7 leid
leid [laıt]dies ist eine \leide Sache bu, hoş bir şey değileiner Sache/jds \leid sein bir şeyden/kimseden bıkmak [o usanmak], bir şeyden/kimseden gına gelmek -
8 wissen
wissen <weiß, wusste, gewusst> ['vısən]I vt1) ( können) bilmek;nicht mehr ein noch aus \wissen çıkar yol bilmemek;mit jdm umzugehen \wissen biriyle nasıl geçineceğini bilmek, birine nasıl davranacağını bilmek2) ( die Kenntnis besitzen)ich weiß nicht, wo er ist nerede olduğunu bilmiyorum;wusstest du, dass...?... olduğunu biliyor muydun?;woher soll ich das \wissen? bunu nereden bileyim?;woher weißt du das? bunu nereden biliyorsun?;soviel ich weiß, ist er noch da bildiğim kadarıyla (kendisi) hâlâ orada;er weiß immer alles besser o her şeyi daha iyi bilir;das musst du selbst \wissen bunu senin bilmen gerekir, bu, senin bileceğin iş;wenn ich das gewusst hätte... bunu bilseydim...;sie weiß, was sie will ne istediğini biliyor;ich wüsste nicht, was ich lieber täte neyi tercih ederdim, bilemiyorum;ich hätte es \wissen müssen onu bilmem gerekirdi;das ist wer weiß wie teuer ( fam) bu, kim bilir kaç para;... und was weiß ich noch alles ( fam)... ve daha neler neler biliyorum;weißt du was? biliyor musun?;3) ( sich erinnern) hatırlamak;weißt du noch, wie schön es war? hatırlıyor musun, ne kadar güzeldi?4) ( erfahren)lassen Sie mich \wissen, wenn/ob...... olduğunda/olursa bana bildirin [o haber verin];sie will nichts mehr von mir \wissen benimle ilişkisini kesti5) ( die Sicherheit haben)ich weiß sie in guten Händen ( geh) onun iyi ellerde olduğunu biliyorum6) ( kennen) bilmek, tanımak;weißt du einen guten Arzt? iyi bir hekim biliyor [o tanıyor] musun?ich weiß von nichts hiç bir şeyden haberim yok;man kann nie \wissen ( fam) hiç bilemezsin;wer weiß? kim bilir?;was weiß ich ( fam) ne bileyim? -
9 zählen
zählen ['tsɛ:lən]I vi saymak;bis zehn \zählen ona kadar saymak;das zählt nicht bu sayılmaz;auf jdn/etw \zählen bir kimseye/şeye güvenmek;zu den Besten \zählen en iyilerinden sayılmakseine Tage sind gezählt günleri sayılı -
10 Zweifel
Zweifel <-s, -> ['tsvaıfəl] mkuşku, şüphe; ( Unsicherheit) emin olmama; ( inneres Schwanken) tereddüt, kararsızlık;\Zweifel hegen kuşku duymak [o beslemek];ohne \Zweifel kuşkusuz, şüphesiz;etw in \Zweifel ziehen bir şeyden kuşkulanmak [o şüphelenmek];jdn im \Zweifel lassen birini şüphe içinde bırakmak;es steht für mich außer \Zweifel, dass... şuna şüphem yok ki...;daran besteht kein \Zweifel şüphe yoktur;keine \Zweifel aufkommen lassen şüphe [o kuşku] uyandırmamak, şüphe bırakmamak -
11 bringen
bringen <bringt, brachte, gebracht> ['brıŋən]vtdas Essen auf den Tisch \bringen yemeği sofraya getirmek;etw in Ordnung \bringen bir şeyi yoluna koymak;jdn vor Gericht \bringen biriyle mahkemelik olmak;Glück \bringen şans getirmek;jdn in Verlegenheit \bringen birini bozmak [o mahcup etmek];etw an den Tag \bringen bir şeyi ortaya çıkarmak;jdn auf die Palme \bringen ( fig) birini çileden [o zıvanadan] çıkarmak;jdn auf Touren \bringen birini harekete geçirmek;jdn auf etw \bringen birinin aklına bir şey getirmek;jdn aus dem Konzept \bringen birinin aklını karıştırmak;etw zur Sprache \bringen bir şeyi dile getirmek;etw zu Papier \bringen bir şeyi kâğıda dökmek;etw auf den Markt \bringen bir şeyi pazara çıkarmak;ein Kind zur Welt \bringen dünyaya bir çocuk getirmek;es weit \bringen (hayatta) yükselmeketw an sich \bringen üstüne geçirmeketw mit sich \bringen; ( zur Folge haben) bir şeyi beraberinde getirmek, bir şeyi doğurmak [o neden olmak]etw hinter sich \bringen bir şeyi bitirmek, bir işi hâlletmek;sie wollen sie unbedingt unter die Haube \bringen onun başını ille bağlamak istiyorlar, onu ille baş göz etmek istiyorlar;seine Schäfchen ins Trockene \bringen ( fig) küpünü doldurmak;jdn um die Ecke \bringen ( fam) birini öldürmekwas bringt das? bu ne getirir?;das bringt doch überhaupt nichts! bu hiçbir şey getirmez ki!4) ( wegnehmen)jdn um etw \bringen birini bir şeyden etmek;jdn ums Leben \bringen birinin canına kıymak;jdn um den Verstand \bringen birinin aklını başından almak5) jdn zum Lachen \bringen birini güldürmek;etw nicht übers Herz \bringen bir şeye gönlü razı olmamak, bir şeye kıyamamak;du bringst mich nicht dazu, das zu tun bunu bana yaptırtamazsın -
12 Nutzen
Nutzen <-s> ['nʊtsən] mzum \Nutzen der Öffentlichkeit kamu yararına;jdm von \Nutzen sein birine yararı [o faydası] olmak;\Nutzen aus etw ziehen bir şeyden yararlanmak [o faydalanmak], bir şeyden kâr etmek -
13 verübeln
verübeln* [fɛɐ'ʔy:bəln]vtjdm etw \verübeln birine bir şeyden alınmak, birine bir şeyden dolayı gücenmek -
14 ziehen
ziehen <zieht, zog, gezogen> ['tsi:ən]I vt1) ( allgemein) çekmek (an -den); ( zerren) çekmek, sürüklemek; ( Anhänger) çekmek; ( dehnen) uzatmak;jdn am Ärmel \ziehen birini kolundan çekmek;jdn auf seine Seite \ziehen birini kendinden yana çekmek;alle Blicke/die Aufmerksamkeit auf sich \ziehen herkesin bakışını/dikkatini üstüne çekmek;etw ins Komische/Lächerliche \ziehen bir şeyi komikleştirmek/gülünçleştirmek;Saiten auf ein Instrument \ziehen bir çalgıya tel takmak;der Honig zieht Fäden bal iplik iplik oluyorZigaretten \ziehen (otomattan) sigara çekmek;Fäden \ziehen iplikleri çekmek [o almak];einen Vorteil aus etw \ziehen dat, bir şeyden çıkar sağlamak3) (heran\ziehen) çekmek (an/auf -e/-e);das Boot ans Ufer \ziehen tekneyi kıyıya çekmek;mich zieht überhaupt nichts nach Schweden İsveç beni hiç çekmiyor;es zieht mich nach Hause/in die Ferne canım eve/uzaklara gitmek istiyor4) ( Linie) çekmek;7) math almak;die Wurzel aus einer Zahl \ziehen bir sayının karekökünü almak8) ( im Kartenspiel) çekmekein gezogener Wechsel keşide edilmiş bir poliçeWein auf Flaschen \ziehen şarabı şişelere doldurmakII vi1) a. auto çekmek;das Auto/der Kamin zieht gut ( fam) araba/baca iyi çekiyor;er zog an seiner Pfeife piposunu tüttürdü;lass mich mal \ziehen ( an der Zigarette) bırak bir fırt çekeyimich ziehe nach Aachen Aachen'e taşınıyorum;sie \ziehen aufs Land şehrin dışına taşınıyor3) sein ( gehen, wandern) gitmek (zu/nach -e/-e); ( durchqueren) geçmek ( durch -den); ( Vögel) göç etmek;in den Krieg \ziehen savaşa gitmek;die Jahre zogen ins Land aradan yıllar geçti;4) ( im Spiel) sürmek, hamle yapmak;mit dem Turm \ziehen kaleyi sürmek5) ( Tee) demlenmek;den Tee zwei bis drei Minuten \ziehen lassen çayı iki üç dakika demlemek [o demlendirmek]das zieht bei mir nicht bu bana sökmez;dieser Trick zieht immer bu oyun her zaman söker7) ( schmerzen) sızlamakIII vrsich \ziehendieses Thema zieht sich durch das ganze Buch bu konu bütün kitap boyunca uzar gider2) (sich ver\ziehen) çekilmekes zieht! cereyan [o kurander] yapıyor! -
15 nehmen
nehmen <nimmt, nahm, genommen> ['ne:mən]vt1) ( ergreifen) almak;ich weiß nicht, was ich \nehmen soll ne alacağımı bilmiyorum2) (an\nehmen) kabul etmek;man muss ihn \nehmen, wie er ist onu olduğu gibi kabul etmek gerekir3) ( verlangen) istemek;er nimmt 30 Euro die Stunde saatine 30 euro istiyor4) (weg\nehmen) alıp götürmek; (heraus\nehmen) almak (-den);jdm die Hoffnung \nehmen birinin umudunu kırmak;du solltest dir einen Anwalt \nehmen kendine bir avukat tutsan iyi olacak6) (ein\nehmen) almaketw zu sich \nehmen; ( essen) bir şey yemek; ( Kleinigkeit) bir şeyler atıştırmak; ( trinken) bir şey içmek;sie nimmt Pillen hap alıyor;ich nehme nie Zucker in den Kaffee ben hiçbir zaman kahveme şeker almam;\nehmen Sie noch ein Stück Torte? bir parça pasta daha alır mısınız?7) etw auf sich \nehmen bir şeyi üzerine almakjdn zu sich \nehmen birini yanına almak;jdn beim Wort \nehmen birinin sözüne inanmak;sie nahmen ihn in die Mitte onu ortalarına aldılar;er ist hart im N\nehmen metanetlidir;jdm etw übel \nehmen birine bir şeyden alınmak [o gücenmek] -
16 an
an [an]I präp1) ( nahe bei)\an der Ecke köşede;\an der gleichen Stelle aynı yerde;am Fenster sitzen pencerede oturmak;er geht \an mir vorbei benim yanımdan geçiyor;bis \an den Rand ağzına kadar2) ( geographisch gelegen)Frankfurt \an der Oder/am Main Oder/Main Irmağı üzerindeki Frankfurt3) ( zeitlich)\an diesem Abend bu [o o] akşam;am Abend akşamleyin;es ist \an der Zeit zaman [o vakit] geldi;am Anfang başlangıçta;am 29. November 1991 29 Kasım 1991'de4) ( weitere Verwendungen)jdn \an etw erkennen birini bir şeyden tanımak;was haben Sie \an Weinen da? Sizde hangi şaraplar var?;\an etw schuld sein bir şeyde suçu olmak;ich habe eine Bitte \an Sie Sizden bir ricam var;das Entscheidende \an der Sache ist, dass... işin esası...;das gefällt mir nicht \an ihm onda bu hoşuma gitmiyor;es ist \an dir, etw zu tun bir şey yapmak sana bağlı;reich \an Phosphaten/Stickstoffen fosfat/azot bakımından zenginII präp1) ( in Richtung auf)sich \an die Wand lehnen duvara yaslanmak;sie ging \ans Fenster pencereye gitti;\ans Telefon gehen telefona gitmek [o cevap vermek];\an die Arbeit! haydi iş başına!2) ( für)ein Brief \an seinen Sohn oğluna bir mektup;ich habe eine Frage \an dich sana bir sorum var;sie verdient \an die 4.000 Euro aşağı yukarı 4.000 euro kazanıyor;\an die 500 Schüler 500'e yakın öğrenci1) ( beginnend)von... \an...den itibaren;von hier \an buradan sonra;von Anfang \an başından beri/itibaren, başlangıçtan beriStuttgart \an 16.25 Stuttgart'a varış 16.253) ( eingeschaltet) -
17 kommen
kommen <kommt, kam, gekommen> ['kɔmən]vi sein1) (her\kommen) gelmek ( von -den); (hin\kommen) gitmek ( nach -e); (an\kommen) varmak; ( zurückkehren) dönmek ( von -den);da kommt er ja! işte geliyor!;ich komme schon şimdi geliyorum, geliyorum canım;gut, dass du kommst gelmen iyi;ein Taxi \kommen lassen bir taksi çağırtmak;er kam von einer Reise seyahatten döndü;angelaufen \kommen çıkagelmek;zu spät \kommen çok geç gelmek;du sollst zum Direktor \kommen müdüre gelmelisin;wie komme ich nach...?...e nasıl giderim?;zu der Überzeugung \kommen kanaatine varmak;wir müssen langsam zu einem Ende \kommen yavaş yavaş işimizin sonuna gelmeliyiz;nicht von der Stelle \kommen yerinde saymak;ich halte die Zeit für ge\kommen bence zamanı geldi;jetzt komme ich şimdi ben geliyorum, şimdi sıra bende;jetzt komme ich an die Reihe şimdi sıra bana geliyor;das kommt später bu sonra gelecek;der kommt mir nicht ins Haus! bu benim kapımdan içeri giremez!;in die Schule \kommen okula başlamak;ins Krankenhaus \kommen hastaneye yatmak;der Fall kommt vor Gericht mahkemeye düşmek;sein Vorschlag kam mir sehr gelegen teklifi [o önerisi] çok işime geldi;du kommst mir gerade recht! ( fam) bir sen eksindin!;das kommt mir wie gerufen bu çok işime gelir;komme, was da wolle ne gelirse gelsin;jdm \kommen die Tränen birinin gözleri yaşarmak;zum Stehen \kommen durabilmek;man kommt hier zu nichts burada hiçbir şey yapılamıyor;es kam zu einem Streit kavga çıktı;zur Sache \kommen sadede gelmekwieder zu sich \kommen tekrar kendine gelmek;zu Wort \kommen söz almak;zu Schaden \kommen zarar görmek;wie käme ich dazu, das zu machen? neden bunu yapacacak mışım?;wie komme ich zu der Ehre? ( iron) bu ne şeref?;ums Leben \kommen can vermek;das kommt zusammen auf 20 Euro ( fam) hepsi 20 euro eder;ich komme auf 1.200 Euro im Monat ( fam) ayda 1.200 euroyu buluyorum;hast du richtig gezählt? ich komme nur auf 15 doğru saydın mı? ben 15 çıkarıyorum;kommt man hier leicht an frisches Gemüse? burada taze sebze bulmak kolay mı?;ich kam nicht auf seinen Namen adı aklıma gelmedi;wie kommst du darauf? o nereden aklına geldi?, bunu nereden çıkardın?;sie lässt nichts auf ihn \kommen ona toz kondurmuyor;auf die Welt \kommen dünyaya gelmek;auf etw/jdn zu sprechen \kommen bir şeyden/kimseden söz etmeye başlamak;hinter etw \kommen bir şeyin içyüzünü öğrenmek;durch den Zoll/eine Prüfung \kommen gümrükten/bir sınavdan geçmek;Jeans sind wieder im K\kommen blûcin yine moda oluyor;aus der Mode \kommen modası geçmek;aus dem Konzept \kommen aklı karışmak;nun komm schon! ( fam) ha(y) di gel artık!;2) (herbei\kommen) gelmek (zu -e)3) ( geschehen) gelmek, olmak;ich habe es \kommen sehen bunun geleceğini görmüştüm;das musste ja so \kommen bunun böyle olacağı belliydi zaten;es kam, wie es \kommen musste olan oldu;die Hochzeit kam für alle überraschend düğün herkese sürpriz oldu;das Schlimmste/Beste kommt erst noch bunun daha da kötüsü/iyisi var;wie kommt es, dass du...? nasıl oluyor da sen...?;ich komme aus Dortmund ben Dortmund'dan geliyorum5) ( durchqueren) gelmek (über/durch üzerinden/içinden);über Münster \kommen Münster üzerinden gelmekauf zwei Deutsche kommt ein Auto iki Alman başına bir otomobil düşerder Vorschlag kam von mir öneri benden geldi;das kommt davon! gördün mü işte!;das kommt vom Rauchen bu, sigara içmekten gelir9) ( hingehören)das Buch kommt in den Schrank kitabın yeri dolaptain Gang \kommen başlamak -
18 Lust
\Lust auf jdn/etw bir kimseye/şeye istek [o şehvet] duymak2. kein pl1) ( Verlangen) heves, istek, şevk;hast du \Lust? hevesin var mı?, canın istiyor mu?;ich habe keine \Lust hevesim yok;mach, wie du \Lust hast nasıl hevesin varsa öyle yap, canın nasıl isterse öyle yapnach \Lust und Laune keyfine göre;etw aus \Lust und Liebe tun bir şeyi zevkle ve istekle yapmak -
19 hoch
hoch <höher, am höchsten> [ho:x]I adjdas ist drei Meter \hoch bunun yüksekliği üç metredir;ein hohes Amt yüksek bir makam;ein hoher Beamter yüksek mevkiide bir memur;im hohen Norden uzak kuzeyde;das hohe Haus yüksek ev;ein hohes Tier ( fam) önemli birisi;das ist mir zu \hoch ( fam) buna aklım ermez2) ( Ton) yüksek, incein hohem Alter sein ileri yaşta olmak; ( Geldstrafe) ağır;hohe Steuern ağır vergiler4) ( Bedeutung) önemli;hohe Ehre büyük şeref5) in hohem Maß büyük ölçüdeII adv1) ( nach oben) yukarı;Hände \hoch! eller yukarı!;\hoch hinauswollen ( fam) yükseklerde dolaşmak, gözü yükseklerde olmak;wenn es \hoch kommt ( fam) haydi haydi, olsa olsa2) ( in einiger Höhe) yüksek;\hoch am Himmel yükseklerde;\hoch oben yükseklerde;es geht \hoch her cümbüş var;\hoch pokern ( fig) yüksek oynamak;\hoch setzen yüksek bir yere oturtmaketw jdm \hoch anrechnen bir şeyden dolayı birini çok takdir etmek;etw \hoch und heilig versprechen ( fam) bir şeye yemin billâh ederek söz vermek4) math üs;drei \hoch sieben üç üssü yedi -
20 schenken
schenken ['ʃɛŋkən]vt1) ( Geschenk) hediye etmek, armağan olarak vermek;jdm etw \schenken birine bir şeyi hediye etmek, birine bir şeyi armağan olarak vermek;einem Kind das Leben \schenken ( geh) çocuk doğurmak2) ( erlassen)jdm etw \schenken birine bir şeyi bağışlamak;das ist geschenkt! bu sudan ucuz!3) ( widmen)jdm Aufmerksamkeit/Liebe \schenken birine ilgi/sevgi göstermek;jdm Zeit \schenken birine vakit ayırmak
См. также в других словарях:
kaynağını (bir şeyden) almak — bir esasa veya desteğe dayandırmak Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa … Çağatay Osmanlı Sözlük
TA'BİR — (Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim. * Terim. * Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
meydanı (birine veya bir şeye) bırakmak — 1) savunduğu şeyden vazgeçmek Çok güzel görünen bir şey var ki o da iki tarafın da meydanı bırakıp kaçmamalarıdır. M. Ş. Esendal 2) yarışmadan çekilmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
dem vurmak — (bir şeyden) bir şeyden söz etmek, konu açmak Amerika nın, er geç savaşa katılacağı ihtimalinden dem vurmak hayli zor bir işti. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
donsuzun gönlünden dokuz top bez geçer — bir şeyden yoksun olan kişinin gönlünden hep o şeyden bol bol edinmek geçer anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
haberi olmak — (bir şeyden) bilgisi olmak, bilmek Annesinin bir şeyden haberi olmadığı için hemen söze karıştı. A. Gündüz … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağzı yanmak — (bir şeyden, birinden) o şeyden veya kişiden büyük zarar görmek Ağzım yanmıştı bir kez şişman kadından, biz etine buduna aldanmıştık. M. İzgü … Çağatay Osmanlı Sözlük
başını alamamak — (bir şeyden) bir şeyden kurtulamamak Dertten başını alamıyor … Çağatay Osmanlı Sözlük
hayır yok — (bir şey veya bir şeyden) bir şey yararlı değil anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük
söz açmak — (bir şeyden) bir konu üzerine konuşmaya başlamak, laf açmak Aklıma bu maaş meselesinden bir kere de Ahmet Kerim e söz açmak geldi. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
av avlayanın, kemer bağlayanın — bir şey, onu elde etmenin yolunu bilenin; bir şeyden yararlanma, onu kullanmasını becerebilenin hakkıdır anlamında kullanılan bir söz … Çağatay Osmanlı Sözlük